29 Aralık 2007

Ruhsal Yola Giriş, Öğretmen Olmak ve Öğretmen Kalmak

Günümüzde bir çok kişi ruhsal arayışlara girmektedir. Aslında neden ruhsal arayış içine girildiğinin tarifini bir çok temel kitap vermektedir. Bunlardan Bhagavat Gita bildiğiniz gibi ruhsal yola girenleri dört sınıfa ayırmaktadır. Bunların sebeplerinin farklı şekillerde sıralayabiliriz, ben burada size maddeye göre bir sınıflandırma yapmak istiyorum:

Maddeyi tüketenler: Maddeyle ilgili her tür tatmine ulaştıktan sonra, maddenin sadece geçici tatmin sağladığınına vakıf olarak, -bazen terapi olması için- ruhsal arayış içine yönelenler.
Maddeye ulaşamayanlar: Madde, ellerinden –geçici olarak- alındığında, (örneğin, işini kaybettiğinde, iflas ettiğinde, ailesini kaybettiğinde ya da şansızlıklar peşini bırakmadığında vs.) boşluğa düşenler ve bu boşluğu doğduracak –yine bazen terapi olması için- bir ruhsal arayış içine girenler.
İçsel sesini dinleyenler: Ortada “maddesel bir sorun” olmadığı halde, içsel olarak ruhsal yöne doğru bir çekim hissedenler.
Şimdi, kimin hangi sebeple ruhsal yola yönlendiğinin önemi yoktur. Şöyle düşünmeyelim: “Ben de ruhsal yol içindeyim, yanımdaki arkadaş da. Ama ben maddeye ulaşamadığım için ruhsal yola yöneldiğim halde, biliyorum ki o arkadaş tamamen içsel sesini dinledi ve bu nedenle onun yolu benimkine göre daha “temiz”!” Hayır! Bu görüşü doğru kabul etmeyin. (Bu konuyla ilgili ileriki günlerde size çok güzel bir örnek vereceğim.) Unutmayın ki önemli olan şu an ne yaptığınızdır, yoksa şu an yaptığınıza sizi iten motivasyon değil. Herkes ruhsal yola girme hakkına sahiptir ve ruhsal yolda herkes eşittir. Kimse sizden daha üstün olduğunu ya da “bu dünyadaki son yaşamını yaşayan” gelişmiş bir ruh varlığı olduğunu söyleyemez. Çünkü kimin hangi tekamül seviyesinde olduğunu kimse bilemez. Bu tip söylevlerde bulunanlara şüpheyle bakınız ve itibar etmeyiniz!

Şimdi her ruhsal yola giren kişi elbette bu yolu önce öğrenmeye çalışır. Yol, taşlık mı, yokuş mu, engebeler var mı? Yolu öğrenmenin de farklı yolları vardır:

kitaplardan yol hakkında bilgi alabilirsiniz,
bu yolda yürüyen kişilerden fikir alabilirsiniz
Kalbinizin sesini dinler, deneme yanılma ile kendi kendinize yolda yürürsünüz.
ya da eğer bulabilirseniz “kendini bilen bir öğretmen” bulur, bu öğretmenin size yol göstermesine izin verirsiniz.
Gelin isterseniz teker teker bu rehberleri inceleyelim.

1. Kitaplar elbette çok önemli bilgi kaynaklarıdır, ancak unutulmamalıdır ki kitaplar sizinle etkileşime geçemezler. Siz sadece satırları okuyabilirsiniz, ancak satır aralarında yazarın niyetini okumanız imkansız olmasa da oldukça zordur. Yine de özellikle günümüzde internet kaynaklarının bol olmasından dolayı, okuyarak öğrenme yadsınamayacak bir yoldur. Yine de dikkat edilmesi gereken nokta, kitapların yazarın yorumunu içermesidir. Yani direkt bilgi değildir, sadece bir yorumdur, yorum oldukları hatırlanarak okunmalıdırlar. Bu yolu tercih edenlerin özellikle sağduyularını dinlemeleri ve kendilerinden mesul oldukları için kendi başlarına deneyecekleri her uygulamayı iyice sorgulamaları ve ancak ondan sonra denemeleri tavsiye edilir.

2. Bu yolda yürümekte olan diğer öğrencilerle fikir alışverişinde bulunabilir ve onların uygulamalarını deneyebilirsiniz. Ancak burada önemli soru şudur: Peki bu öğrenci doğru yolda mıdır? Ne yaptığını biliyor mudur? Acaba bu öğrenci yolda yürümeye başladığında, bu bilgiyi nereden almıştır; kitaplardan mı (acaba öğrenci yeterince sağduyulu mu? ya da doğru kitapları okudu mu?) yoksa başka bir öğrenciden mi (acaba o öğrencinin düzeyi ne?), yoksa bir öğretmenden mi(öğretmen kendini bilen biri mi?)? Şimdi burada akla gelen bir iki noktanın üzerinde durmakta fayda var: Eğer kör körü yederse, ikisi de çukura düşer: Akıl aldığınız öğrenci uygun uygulamaları yapmıyorsa, sizi de buna yönlendireceği için, sizi çıkmaza sokması işten bile değildir. Bu da sizin gereksiz yere ruhsal yolda tökezlemenize, ya da daha da kötüsü bir çukura düşerek bu çukurdan çıkmak için süre kaybetmenize yol açabilir. Bu yolu tercih edenler şunu unutmamalıdır; kişi yanında başka bir öğrenci olsa da yalnız yürümeye devam etmektedir, çünkü kişinin seçtiği kişi de nihayetinde bir öğrencidir. Yani yardıma ihtiyacınız olduğunda, size yardım edemeyebilir!

3. Aslında kişi kendini bilmeye çalıştığı için, zaten evrensel gerçeklerin hepsi kişinin kendisinde bulunur. Bu nedenle kişinin bir yer gitmesine, kitapları yutmasına da gerek yoktur. Ancak, kişinin kendi kendine bu yolda ilerlemesinin bazı sakıncaları vardır, yukarıdaki yöntemlerde de bahsettiğimiz gibi deneme yanılma yöntemi hem uzun zaman alacaktır -çünkü kişinin Amerika'yı baştan keşfetmesi gerekecektir- hem de kişi yolda bir çok engelle karşılaşacaktır.

4. Peki geldik dördüncü yönteme: Bir öğretmen bulalım! Kendini bilen bir öğretmen bulmak kolay mı? Hayır değil. Hele hele bulunduğumuz dönemde hiç değil. Bu yüzden bulduğunuzda ona sıkıca sarılmanızı tavsiye ederim. Ancak öğretmenin bulunmasından, öğretmenin yeteneklerine kadar bu konu günümüzde özellikle hassasiyet gerektirdiğinden bu konunun biraz üzerinde durmak istiyorum:

Swami Satchitananda öğrenci öğretmen ilişkisini evliliğe benzetir, yani bu ilişki uzun solukludur. Bir gün bir öğretmen seçip, öğretmenin sizin onaylamadığınız ilk farklı davranışıyla ondan vazgeçip başka bir öğretmen aramaya başlamazsınız. Bir öğretmenle karşılaşırsınız, onu iyice aklın ve kalbin süzgecinden geçirirsiniz, -o da aynı şekilde sizi geçirir, daha sonra her iki tarafın da rızası ve isteği ile birbirinizi kabul edersiniz ve yola birlikte devam edersiniz. Bu, hayatınızda karşılaşabileceğiniz en güzel ilişkilerden birisi olacaktır, çünkü bir öğretmen-öğrenci ilişkisi çıkarlara dayalı değildir, her iki taraf da birbirinden bir şey beklemez, herkes birbirinin gözünün tam içine bakabilecek kadar kendini rahat ve evinde hisseder. Öğrenci için öğretmeni başını yaslayabileceği bir omuzdur, her konuda çekinmeden konuşabileceği dostudur, yardıma ihtiyaç duyduğu anda koşabileceği kucaktır, derdini anlatabileceği, gülüp ağlayabileceği kardeşidir. İşte bu kadar yakındır öğretmen ve öğrenci birbirine. Öğretmen de, öğrenci de birbirlerine karşı sorumludur; öğretmen gerektiğinde öğrenciyi uyarır, ama aynı şekilde öğrenci de öğretmeni gerekli gördüğü yerlerde uyarmakla yükümlüdür. Yani, öğrenci öğretmeni idolleştirmemeli ve onun da bir insan olduğunu ve hata yapabileceğini unutmamalıdır.

Herşey yolunda giderken tamamen ters döndüğünü düşünelim. "Öğretmen, yanlış bir şey gördüğünde öğrenciyi uyarır" kısmı son derece net ve anlaşılır. Peki ya tersi olduğu zaman ne olur? Yani öğretmen öğrenciyi uyarır ve öğrenci bir süre sonra bir öğretmen haline gelir. Ama öğretmen olmak bir yana, öğretmen kalmak da başlı başına dikkat gerektirir.

Gelin önce bunun sebeplerini inceleyelim:

Metinler, her öğretmenin, “öğretmen olduğu andan itibaren” yogadan düşmesine üç önemli şeyin neden olabileceğinden bahseder:

a) Para: Çünkü öğretmen, paraya “ihtiyaç” duymaya başladığı anda, paraya karşı bağımlı hale gelir ve yaptığı herşeyin motivasyonu para olur. Bu çok risklidir, çünkü gelen ve giden paraları saymaya başlayınca, ne olduğunu anlamadan “nabza göre şerbet veren” bir hoca olmak an meselesidir. Paranın kaotik enerjisinin ashramlara sokulmamaya çalışılmasının -yani bazı okulların bigiyi özellikle ücretsiz dağıtmasının sebebi budur. Örneğin, hepinizin tanıdığına inandığım Paramahansa Yogananda'nın öğretmeni olan Sri Yukteswar, kabul ettiği öğrencilerinin hiç birisinden para almadığı gibi, ashramda kalan tüm öğrencilerin masraflarını da kendi karşılamıştır.

b) Şöhret: Tanınmak yine öğretmen için büyük bir engel haline gelebilir, çünkü tanındıkça kendine hakim olmak zor bir hale gelir. Kişinin tanınmaya başladıktan sonra, kaybolmadan olduğu yerde durabilmesi bile büyük bir başarıdır. Dünya üstünde, bu başarıyı gösteren çok az öğretmen olduğunu da hatırlayalım. Genellikle olan, öğretmenin bir süre olduğu yerde durması, daha sonra ise dünyanın tekrardan içine çekilerek, aynı maddenin içine diğerleriyle birlikte batmasıdır. İşte kendini bilen kişilerin toplumdan uzaklaşmalarının, çok hoş sohbet olmamalarının, ya da aksi ve garip davranışlarının sebebi budur. Örneğin, Himalaya Enstitüsünün kurucusu olan ve gelmiş geçmiş en genç Sankaracharya olan Swami Rama, Sankaracharya seçildikten belli bir müddet sonra, yoğun ritüel ve ofis işlerinden dolayı, kendi ruhsal çalışmaları yapamadığını fark etmiş ve bir gece kimseye fark ettirmeden merkezden kaçmış ve kendisini bulmamaları için bir ormanda saklanmıştır. Kendisini seven ekolün üyeleri uzunca bir süre kendisini aramışlar, arkasından yasını tutmuşlardır. Ama yine de Swami Rama geri dönmemiştir.

c) Öğrenci: Bana arkadaşını söyle, sana kim olduğunu söyleyeyim sözü maalesef burada da geçerli. Öğretmen, kendisine ne tip öğrenciler seçerse bir süre sonra öğretmen de öyle bir tip haline gelir. Öğrenciler öğretmeni fark ettirmeden avucunun içine alır;

“Hocam siz zaten çok yükseklerde yüce bir varlıksınız. Sizin meditasyon yapmanıza gerek var mı? Gelin hep beraber biraz vakit geçirelim...”

“Hocam, sizin asana (yoga duruşları / pozları) çalışmanıza gerek yok. Siz yoganın bu basamağını çoktan aşmış bir varlıksınız”

“Hocam, siz istediğiniz gibi davranabilecek, istediğinizi yiyip içebilecek kadar yüksek bir varlıksınız. Size bir şey olmaz, dikkatinizi hiç bir şey dağıtmaz. Tüm gunaların üstündesiniz, o halde gunalardan korkmak niye?”

Belki bu kadar aleni söylenmez yukarıdaki sözler -(keşke söylense!)- ama öğretmen biraz dikkatsiz davranır, boş bulunursa, biraz da maddesel hayata karşı içsel bir çekim hissediyorsa, bu öğrencilerin görüşlerine gün geçtikçe daha fazla inanacaktır. Bu da kendi düşüşünü beraberinde getirecektir.

Böylece, öğretmen kendi durumunun farkına varmaz, farkına varanları da tersleyerek durumu inkar eder! Bu tıpkı deli ya da alkolik olmak gibidir; hiç bir deli, “ben deliyim” demez, tıpkı alkoliklerin “ben alkoliğim” dememeleri gibi. Kişi durumu kabul ettiği anda ise, tekrar yükseliş başlar, çember kırılır, çünkü kişi çemberin dışına çıkmıştır.

Öğretmenin ayılması –ya da uykusundan uyanması- yola yeni başlayanlarla kıyaslandığında, daha kolay ve çabuk gerçekleşir, çünkü o zaten bir kez aydınlığın tadına varmıştır. Geçici heveslerin tuzağına düşse bile, bir süre burada oyalanacak, daha sonra bunların eskilerin deyimiyle "kendi idrak ve şuur mekanizmalarını çalıştırarak" üstesinden gelecektir. Bu nedenle endişelenecek bir şey yoktur.

Şunu unutmayalım, Gerçek'in, var olmak için yardımımıza ihtiyacı yoktur. Eğer mutlaka yardımcı olmak istiyorsak, yapabileceğimiz en büyük yardım, kendi çalışmalarımızı yapmak ve kendimizi bilmektir. Bu yeterlidir.

Sevgiler.

Ayca

Hiç yorum yok: