28 Nisan 2011

Patanjali’nin yoga hakkındaki tavsiyeleri


ÖZET: Yoga hem felsefe hem de uygulama yöntemleri sunar. Bazı okullar Puruşa’nın nihai huzur ve sakinlik durumunun ne şekilde olabileceği konusunu tartışırlar; bu okullar  bu huzur ve sakinliğin bir eylemin sonucu olması gerektiğini söylerler, ama bu, yapılan bir eylemin sonucuysa, bunu yapmadığımızda bu sonucu kaybettiğimiz anlamına gelir. Bu nedenle, bu huzur ve sakinlik bir eylemin ürünü olmamalıdır. İstenilen sadece fark etmektir. Patanjali haklı olarak Özben-olmayanla özdeşleşme alışkanlığını bırakarak, biz olmayan alışkanlıklardan geri dönmemizi ve şuurlu olarak bu alışkanlıkların dışına çıkmamızı söyler.
Genel anlamda, iki yöntemden bahsedebiliriz. Birinci yöntem disiplin olarak ifade edilen ”Abhyasa”,  diğeri bağımlı olmama yani ”Vairagya”dır.
İnsanlar psikolojilerine göre içe dönük ve dışa dönük olarak ikiye ayrılırlar. Abhyasa genel olarak dışa dönük kişiler tarafından benimsenerek uygulanırken, Vairagya teknikleri daha çok içe dönük kişiler tarafından tercih edilir.
Bir başka ilginç gözlem de, kimsenin yüzde yüz içe dönük veya dışa dönük olmamasıdır. Bu nedenle, her iki tip uygulama bir arada devam etmelidir. Kişi kendi doğasına göre, birine öncelik verir.
Buna ek olarak, bizler tek bir kişilik tipinde kalmayız. Bizim için bir süre işe yarayan teknik, bir zaman sonra işimize yaramaz. Bu nedenle yoga uygulamaları herkese tek gömlek reçeteyle verilmemeli, ve bir kez uygulanmaya başladıktan sonra, esnemeden, aynı katı düzende uygulanması istenmemelidir. .


Akıl, tıpkı ellerimiz, bacaklarımız, ya da gözlerimiz ve kulaklarımız gibi bir araçtır. Bu da, aklı ne iyi ne de kötü yapar. Nasıl ki gözlerimiz görerek faaliyet gösterir, akıl da düşünerek faaliyet gösterir. Dışarıdaki madde dünyasıyla etkileşim içinde olmak bizim için faydalı bir araç olduğundan, genel eğilimimiz aklın içinde kaybolmaktır. Bu süreçte, akıl ve aklın faaliyetlerinin ötesinde olduğunu unutuveririz. Patanjali, aklın ötesine geçtiğimiz sürecin kendisine yoga adını verir. Vrutti’ler akıldaki değişimlerdir ve bunları durdurup ötesine geçmek bizi kendi doğamıza geri götürecek süreçtir (swarupa).

Yogah chitta vrutti nirodhah           
Tatha drastuh Swaroope avastanam
....
Abhyasa vairagyabhyam tannirodhah

Patanjali’ye göre bunu yapmanın yollarından biri kabaca disiplin yöntemi olarak çevrilebilecek olan Abhyasa, diğeri ise bağımlı olmama veya“bırakma” yöntemi olarak çevrilebilecek olan Vairagya’dır. Şimdi bu terimlerin nasıl yanlış anlaşıldıklarını ve sadhaka’nın faydası için nasıl doğru bir şekilde anlaşılabileceğini görelim.

Disiplin:
Disiplini düşündüğümüz anda iki şeyden bahsedebiliriz: Birincisi “disiplin altında olmak”, diğeri “disipline etmek”tir.
Çocuk büyürken sürekli olarak “bunu yap”, “bunu yapma” türünde sözler duyar, yani büyüme döneminde kişi sürekli olarak emir alır. Bu nedenle ileriki dönemlerde kişi,  belki de bu psikoloji gereği, sürekli olarak kendini disiplin altına alınanla özdeşleştirir.
Aynı şekilde yogada yapılması ve yapılmaması gereken şeylerin listesini verildiğinde, bunların dayatıldığı sanılır.
Kişi disiplin altında olduğunu hissettiğinde, bunu özgürlüğünün sınırlandırılması olarak algılar ve bunun sonucunda fayda görse bile, en kısa zamanda bu disiplinden kurtulmanın  yollarını aramaya başlar.
Vivekananda Yoga Üniversitesinin Kampüsü olan terapi merkezimiz Praşanti’de  katılımcılar aldıkları programın son günü yanıma gelerek “burası harika bir yer ve bugüne dek yoganın bu kadar farklı yönleri olduğunu bilmiyorduk. Uygulamalar, terapistler bir harika, güne erken başlama ve tüm günü çalışarak geçirmek çok faydalı, bu nedenle tüm tanıdıklarıma iyi bir terapi alabilmeleri için buraya gelmelerini önereceğim, yalnız son bir sorum olacak” derler. Ben de onlara sorunun ne olduğunu sorarım. Soru hep şudur: “Daha ne kadar süre yogaya devam etmeliyim?!”
Yoga bu kadar faydalı bulunduysa, daha ne kadar süre yogaya devam etmek gerektiği sorusu neden akla gelir?! Bunun sebebi, katılımcıların bu programı dışsal bir disiplin olarak almaları, yani içten gelen bir disipline sahip olmamalarıdır.

Aslında, bizlerin dışsal bir disipline ihtiyacı yoktur. İnsanoğlu doğanın bir parçası olduğundan, doğadaki diğer herşey gibi zaten disiplinlidir. Karıncalar disiplinle tek sıra halinde yürürler, kuşlar belli bir sırada uçarlar, her bir hindistan cevizi ağacı tüm dünyada aynı tür yapraklara sahiptir, böylece uzaktan baktığımızda bile, onun bir hindistan cevizi ağacı olduğunu anlarız. Doğaya baktığımızda disiplini her yerde bulabilirsiniz. Düşünün ki, kuşların disiplinli bir şekilde her gün, gün doğumuyla uyanıp şakıması, guguklu saatlerin icadına ilham vermiştir! Aynı şekilde, bu disiplini çocuklarda görebiliriz; çocuklar her gün aynı saatte acıkır, aynı saatte uyurlar. Bu düzen her gün sabit kalır, hafta içi veya hafta sonu olması fark etmez. Bizler de çocukken aynı disipline sahiptik. Ama büyürken, bu disiplini bıraktık. Bu da, aslında disiplin eksikliğinin dışarıdan zorla uygulatılan bir alışkanlık olduğunu gösterir, disiplin ise doğamızdır!
Patanjali, disiplinden bahsettiğinde, disiplini bize zorla dayatmamaktadır, ama bizi ele geçirmiş olan disiplinsizliği ortadan kaldırmaya çalışmaktadır. Bizler, disiplin altında ezilen köleler olduğumuzu hissetmemeliyiz. Bizler, disiplini ortadan kaldıran eğilimler dediğimiz ele avuca sığmaz güçleri disiplin altına alan efendileriz.
Disiplinin başka değerleri de vardır. Disiplin güçtür. İnsan kalabalığının bir pazar yerinde disiplinsiz bir şekilde farklı yönlere doğru hareket ettiğini düşünün. Sadece kalabalık olarak görünür. Aynı kalabalığı bir sıraya dizip, asker nizamına sokarsanız, anında bir ordunun gücünü görürsünüz. Disiplin çok güzeldir. Bitkilerin miller boyu tek hizada dikildiği tarım alanlarının güzelliğini hissedersiniz. Şri Ramakrişna kuşların uçma şeklini gördüğünde vecd halini yaşamıştır!
Disiplin dayatıldığında, ne kadar faydalı olursa olsun, onu bir baskı olarak hissederiz, disiplin içten geldiğindeyse bir tırtılın kelebeğe dönüşerek uçabilmesini, bir goncanın mis gibi kokan bir çiçeğe dönüşmesini sağlar.  
Bu nedenle, disiplinle ilgili son sözümüz disiplinin içsel olması ve dayatılmışlık hissinin olmamasıdır. Toplumda disiplin kültürel olarak verildiğinde, o toplumun –diğer toplumlara kıyasla, psikolojik olarak daha güçlü olduğu ve o toplumdaki kişilerin anksiyete ve depresyon gibi psikolojik sorunlardan daha az etkilendiği görülür.

VAIRAGYA – BAĞIMLI OLMAMA:
Patanjali’ye göre yoga uygulamalarının bir diğer kategorisi bağımlı olmamadır. Yoga’da vairagya dediğimizde, hemen akıllar korkuya kapılır, herşeyi terk edip, madde dünyasından koşarak çıkıp ormana mı kaçacağız sorusu akıllarda belirir. Yakından incelersek, bağımlı olmama fikri de doğanın bir parçasıdır. Bunu bir nehrin akması gibi düşünebiliriz. Nehrin akmasının sebebi, suyun akmasına müsade etmesidir. Eğer bu akış durursa, su çöker ve tazeliğini kaybeder. Benzer şekilde, sonbaharda ağaçlar yapraklarını dökerler ki, ilkbaharı yeni ve taze yapraklarla karşılayabilsinler! Yaşam, bir ateşin kor alevi gibi parlar. Eski olan akmadıkça, yeni olan gelemez ve tazelik devam edemez. Bizim güvensizlik duygumuzsa bu gerçeği fark etmemizi engeller. Bizim bu değişime karşı direnmemizin tek sebebi cahilliğimizdir. Yeni bir şeye yer verebilmek için eski bir şeyden vaz geçmek gerekir. Vrutti veya aklın değişimlerine o kadar tutunuruz ki, bunlar bize sürekli olarak işkence eder. Bu değişimlerin her birini katı nesneler olarak görmemizse, bunların sadece birer değişim olarak algılanmasını engeller; bu noktada artık vrutti’leri birer değişiklik olarak değil, nesneler olarak görürüz.
Nesnenin kendisi bize tutunmaz. Nesneye olan bağımlılığımız bizi nesnelere bağlı tutar. Sigara içmeyen biri yeni bir yere gittiğinde, sigara bulabileceği yerleri görmezken, sigara içen birinin ilk gördüğü şey bu olur! Bir kez bir nesneye bağımlı hale gelince, tüm düşüncelerimiz, öfkemiz, hayal kırıklıklarımız bu nesnenin çevresinde dolanır. Sadece bu nesnelere karşı bağımlılığımızı bırakırsak, tüm bunlar bizi terk eder.
Örneğin bir ev bize tutunmaz. Eğer evin kapısını kilitlemeyi unutursak, ev kendini güvensiz hissetmez. Ama aklımız fark ettiğinde panik duygusuyla dolar. Eğer bağımlı olmamayı geliştirebilirsek, endişelenmekten de kurtuluruz.
Fark etmemiz gereken bir başka şey de, bağımlı olmamanın bizi daha az işlevsel yapmadığıdır. Bağımlı olmadığımızda, bizler gerektiği zaman kendimizi tam olarak işe verebiliriz, ama bunu o işin kölesi olarak değil, o işe hükmederek yaparız.
Bağımlı olmamayı geliştirdiğimizde, bir başka fayda da, ısrarlı arzularımızın bizi terk etmesi olacaktır. Bağımlılığı geliştirmenin sebebi bu nesne olmadan kendimizi eksik ve güvensiz hissetmemiz ve nesnenin tamamen normal halde kalabilmemiz için gerekli olduğunu düşünmemizdir.
Bilgi bize tam (Purna) olduğumuzu söyler. Bu dünyayla olan ilişkimiz bizlerin yoksunluğuna değil, dünyanın daha iyi bir yer haline getirilmesinde rol oynamamıza dayanır. Bu tavır olmadan, eğer bir şeylerden vazgeçersek, hayal kırıklığı ve kayıp hissi yaşamaya başlarız. Buna ilave olarak, nesnel dünyanın içinde olan diğer kişiler hakkında da küçümseyici konuşmaya başlarız. Her çocuk, sahilde çakıl taşı toplamaya meraklıdır. Ama ne zaman ki bu çocuklar büyür, bu merakı doğal olarak terk ederler. Aynı şekilde, yoga da bize bağımlı olmama uygulaması yapmamızı söyler, bunu söylerken daha iyi bir içsel dünyanın parçası olabilmek adına dış dünyayı bırakmamızı önerir. Yani bu teknik bize bakış açımızı kendimize çevirmemizi öğretir.

Her iki yol da, bize aslında yeni bir şey öğretmemektedir. Yeni bir şeyleri öğrendiğimizi sanmamızın sebebi, bu uygulamaları yaparken, bedenimizi disiplin altına almamızdır. Bir çocuk kendi ellerini kontrol edemez. Ama bu çocuğa sürekli yazma uygulaması yaptırarak, bu yeteneğinin gelişmesini sağlayabiliriz. Ellerimizi, bacaklarımızı, sesimizi ve benzeri organları eğitme teknikleri vardır, ama aklımızı sakinleştirmede kullanabileceğimiz bir tekniği bilmeyiz. Bu nedenle, yoganın bu tekniği eşsizdir, ve aklımızı sakinliğe doğru yönlendirmemize yardımcı olur. Böylece, aklımızın ötesine geçmemiz ve Özbeni deneyimlememiz mümkün olur.
Diğer yandan, aklımızı nesneden şuursuzca ayırırız. Bunu her gece nesnel dünyayı geride bırakarak yaparız. Yatağa gidip uyumak isteriz, bir çok düşünce, önemli fikirler aklımızda doğmaya başlar. Ne zaman ki aklımızdaki düşüncelere “yeter” deriz, o zaman uyuyabiliriz. Bunun mümkün olabilmesinin sebebi, madde dünyasındaki nesnelerden geçici olarak ayrı kalabilmeyi kabul etmemizdir. Bu vairagya’dır ve eğer Vairagya’yı yapamazsak, uyuyamayız.
Tüm bu teknikler farklı gibi görünse de ve yöntemleri farklı olsa da, her iki tekniğin de amacı özgürleştirme ve ustalık sağlamadır.
Doğası gereği dışa dönük olan kişilerin görünür bir şey yapmaları gerekir, bu kişilere sadece sözel netlik verilmesi yeterli değildir. Bu kişiler, değişim deneyimini hissetmek isterler. Bu nedenle, disiplin yöntemi dışa dönük eğilimi olan kişilere aittir. Bu teknikler dışarıdan bakıldığında görülürler. Pranayama veya meditasyon gibi uygulamalar ya da japa, kriya uygulamalarının hepsi göze görünür ve bu kişinin saatler boyu sadhana yaptığı kaydedilebilir. Bu tip bir kanıt olmadığında, dışa dönük bu kişi bilginin içine nüfus ettiğini hissetmez! Bu nedenle dışa dönük bir kişi bu tekniklerden faydalanmalıdır.
Diğer yandan, bırakma sürecine içeriden bir bakış açısı geliştirir. Gereksiz akılsal süreçlere tutunmaması gerektiğini anladığı ve bunun bir işkenceye dönüştüğünü fark ettiği anda, bu ilke kendini tekrarlar ve içsel dönüşüm başlar. Bu kişi dışta bir şey yapma gereği hissetmez. Böylelikle ikinci yöntem de, bu kişinin uygulaması haline gelir.
İçsel bir kişi örneği olarak, bir öğretmen, araştırmacı, bir düşünür verilebilir. Amerika’da bir gün bir profesör dahil herkesin askeri eğitimden geçmesi istenir. Grubun lideri askerlerin yürümesi için komut vermektedir: sağ, sol, yana dön, sağa yürü gibi. Profesörse yolun ortasında durur ve komutana itiraz ederek, ancak hangi yöne yürüneceğine nihai olarak karar verildiğinde, yürümeye başlayacağını söyler.
Nasrettin Hoca da dışa dönük kişiler için iyi bir örnektir. Bu kişi okur yazar değildir ve karısı ona bir aşk mektubu yazar. Postacı mektubu ilettiğinde, hoca postacıdan mektubu kendisine okumasını ister. Postacı da gülümseyerek, bu eşinden gelen bir aşk mektubu, nasıl okurum diye sorar. Hoca da “sen bunu bana yüksek sesle oku, ben de senin kulaklarını kapatayım ki, söylediklerini sen duyma” diye cevap verir.
Bizler sadece dışa dönük veya içe dönük değiliz. Her iki eğilim de hepimizde var ama her birimizde biri diğerinden daha baskın oluyor. Bu nedenle Patanjali bize her ikisi üzerinde de çalışmamızı öneriyor. Abhyasa ve Vairagya teknikleri yeri geldiğince kullanılmalıdır, içe dönük doğamız baskın hale geldiğinde Vairagya tekniğini, dışa dönük doğamız baskın hale geldiğindeyse Abhyasa uygulamalarını yapmalıyız.
Böylece içsel yolculuğumuz iyiye doğru devam edecektir.

Sevgilerle, 

Raghuram

Hiç yorum yok: