Biz sevginin bireysel olduğunu düşünürüz, buna göre de bir karşıtı olduğunu yani nefretin sevginin karşıt hissi olduğuna inanırız. Halbuki yoga’da bahsedilen sevginin zıttı yoktur. Evrende varolan tek şey sevgidir, evrende sadece ve sadece tam ve kesin şefkat vardır. Sevgi karşılıksız ve koşulsuzdur, bu durumda sevgi “vermek” ilkesi üzerine kuruludur. Seven insan sürekli verir.
Bu nedenle seven kişi, karşılığında bir şey alsa da almasa da vermeye devam eder. Çünkü bunu gönülden yapar ve sevginin var olması zaten bu şekilde mümkündür. Peki bu durumda nefret nasıl sevginin zıttı olabilir? Zıttı olamaz,çünkü zıttı olabilmesi için sevginin bir şart ve koşulunun olması gerekir, yani “ben birini şu ve bu şartları yerine getirirse severim yoksa sevgim nefrete dönüşür!!!” gibi bir cümle biraz önce bahsettiğimiz anlamdaki sevgi için mümkün değildir. Çünkü yogik anlamda seven kişi herşeye rağmen sevmeye devam eder, karşısındakini olduğu gibi kabul ederek ve hiç bir ön koşul öne sürmeden...
Sevginin bir diğer yönü de sevginin kişisel olmamasıdır, halbuki biz normal hayatımızda çoğunlukla “kendimizi düşünerek” severiz. Örneğin “bizi seven kişileri” severiz, sevgimizi “hakedenlere” veririz, haketmeyenlerden sevgimizi geri çekerek onları “cezalandırırız”, sevgimizi sadece küçük bir grupla (aile, yakın çevre ve arkadaşlarla) sınırlarız – sadece onları severiz dünyanın geri kalanını umursamayız, vs vs. Ya da sevdiğimizi söyleriz ama aslında “sevilmeyi seviyoruzdur” ve bizi sevmeleri için elimizden geleni yapıyoruzdur. Bu da aslında sevdiğimizin kendimizden başkası olmadığını gösterir!
Halbuki evrensel gerçek sevgiye baktığımızda, sevgi bu kadar dar kapsamlı değildir. Gerçek anlamda sevdiğimizde, severiz çünkü bu sevgi ve şefkat kalbimizden taşar, bu sevgi bir yere ya da kişiye odaklı değil tüm evrene yayılır. Herşeyi, hiç bir fark gözetmeksizin severiz. Sevdiğimizde kendimizi düşünmeyiz, karşılık alıp almayacağımızı, küçük düşüp düşmeyeceğimizi, egomuzun hasar görüp görmeyeceğini, incinip incinmeyeceğimizi... Tüm bunlar önemini yitirir, sevgiyi ifade ettiğimiz için bizim başımıza ne geldiği önemli olmamaya başlar, burada ego erimeye başlar, bireysellik yok olur ve kişi genişlemenin ve kalbini açmanın kendisine verdiği huzuru ve mutluluğu hissetmeye başlar. Sevginin kendisi huzurdur. Karşılığı olup olmaması, hak edişe göre olup olmaması önemli değildir, siz kendinizi tam olarak açabilriseniz ve tüm beklentilerinizi bir kenara bırakıp kendinizi sevgiye bırakabilirseniz, bundaki hazzı ve mutluluğu da deneyimleyeceksiniz. Sadece bu biraz cesaret gerektirir.
"Sevdiğiniz kişiyi serbest bırakın. Eğer serbest bıraktığınızda, size geri geliyorsa, sizi seviyor demektir. Eğer geri dönmüyorsa zaten sizi hiç sevmemiş demektir. Bu durumda bırakın gitsin, bu her iki taraf için daha iyidir!!!" diyor Halil Cibran.
Burada 2 nokta çok önemli:
(1) Halil Cibran, “Sevdiğiniz kişiyi serbest bırakın” diyor. Siz ne kadar sıkarsanız sıkın, hiç bir şeyi ya da hiç kimseyi zorla yanınızda tutamazsınız. Eğer tutuyorsanız, bu sevgi değil bu şeye ya da kişiye karşı geliştirdiğiniz bağımlılıktır. Sevgi sadece kişilere karşı değil aynı zamanda tüm nesneler için de geçerlidir, örneğin kimi şan / şöhreti sever onu yanında tutmak için herşeyi yapar, kimi parayı sever, kimi koltuğunu sever titrini korumak için herşeyi göze alır, kimi tutkulu bir aşıktır. Önemli olan sevginin yönlendirildiği kişi ya da nesne değildir, çünkü duygu nihayetinde baktığınızda neye yönlenirse yönlensin, aynıdır ve değişmez. Bu nedenle Halil Cibran’ın sözünü herşeye oturtabilirsiniz – hayatınızda sevginizi yönlendirdiğiniz şey her neyse, bu sözü ona göre düşünebilirsiniz. Halil Cibran şöyle diyor, serbest bırakın. Bakın bu ne kadar zor bir şey! Gitmesine müsade etmek ne kadar zor! Özellikle de buna hazır değilsek. Neden mi? Gitmesine müsade etmek, risklidir, çünkü giden geri gelmeyebilir. Bu nedenle bunu kaldırabileceğinize dair bir özgüveniniz ve gücünüz olmalıdır. Ama eğer gitmesine müsade ettiğiniz şey ya da kimse geri geliyorsa, bilirsiniz ki o ve siz artık ayrılmaz bir bütün olmuşunuzdur. Bu, koltuk kavgasında da, kişiler arası ilişkilerde de, şan şöhrette de geçerlidir.
(2) Ancak Halil Cibran sadece bunu söylemiyor. Aynı zamanda “sevgi, karşısındakinin mutluluğunu istemektir” diyor. Neden mi? Gidenin daha mutlu olacağı başka bir yer varsa, oraya gitmesine izin verirsiniz ve orada mutlu olsun istersiniz. Eğer gerçekten seviyorsanız, onun mutluluğu, sizin onun hayatınızdaki varlığından alacağınız mutluluğun önüne geçer. O mutlu olduğu için, onun adına sevinirsiniz. Onun mutluğu sizin mutluluğunuz olur.
Yani, sevdiğiniz bu şeyin gitmesine müsade etmeniz için duyacağınız güdü, “karşınızdakinin mutluluğu”dur. Bu durumda eğer serbest bıraktığınız size geri dönmüyorsa, bunu tercih ettiğini bilirsiniz ve bu kararın onun için daha iyi olduğunu bilir ve geri gelmesi için üstelemezsiniz. Ve ona iyi niyetinizi sunarak yolunuza devam edersiniz. Dikkat ederseniz, burada artık sadece vermek vardır, almak yoktur; burada artık “ben” yoktur, sadece “sen” vardır; burada tam ve kesin şefkat vardır, öfke ya da kin yoktur; hesap-kitap yoktur, sadece sevgi vardır.
Bir sonraki yazımızda bu sevmeyi ve sevgiyi yeniden öğrenmemiz için gerekli adımların üzerinden geçeceğiz.
Selamlar, sevgiler,
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder