Her zaman söylediğimiz bir söz var; yoga’yı bir güç arayışı ile değil, huzuru bulmak için yapın diye. Ama bu yazımızda sizlerle yoga’da güç kavramı ve gerçek gücün ne olduğu üzerinde durmak istiyoruz.
Dünya üzerinde tek bir gerçek güç varsa bu, kişinin kendine hakim olması gücüdür. Bu gücün dışındaki her tür güç arayışı gelip geçicidir ve gerçek değildir, sadece bir yanılgıdır; bizler arkadaşlarımızı ya da eşlerimizi avucumuzun içine aldığımızı düşünebiliriz, ancak bu durumun ya yaşamlarımızla ya da bir yaşam içindeki uzun/kısa belli zaman dilimleri ile sınırlı olduğunu fark ederiz; para ile herşeye sahip olabileceğimizi sanabiliriz ancak paranın gücünün sadece maddi nesneleri almaya yettiğini, maneviyata gelince “geçerli akçe” olmadığını, bu nedenle de günümüz dünyasında “herşeyi olduğu halde boşluk duygusu yaşayan” insanlarla dolu olduğunu görürüz, başarılı olmanın en büyük güç olduğunu düşünsek de, her zaman başarı çubuğunun yükseltildiğini ve çevremizin/kendimizin tatmin olması için her gün yeni bir hedefe daha başarı ile ulaşmamız gerektiğini fark eder ve bir gün bunun bir sonu olmadığını keşfederiz, başkaları üzerinde hakimiyet sağlamanın bir güç olduğunu düşünürüz kimi zaman da, bunu farklı iki teknikle yaparız – o kişiyi maddi ya da manevi olarak kendine bakamaz hale getirip, kendimize muhtaç ederiz. Ancak bu da geçicidir, ya hakimiyet kurduğumuz kişi bir gün düştüğü durumu fark edecek ve bizden uzaklaşacaktır ya da biz “yarattığımız” kişiden hoşnut kalmayarak uzaklaşacağızdır – fiziksel anlamda uzaklaşmak cesaret istediğinden, çoğu zaman sadece manen uzaklaşıldığına da şahit oluruz.
O halde, herkesin düşünmesi gereken önemli bir soru var: güç dediğimiz şey nedir? Gerçek güç nerede? Yazımızın başında da belirttiğimiz gibi, yoga bize gerçek tek bir güç olduğunu söyler; temel hedef kişinin kendine hakim olmasıdır. Kişi kendine ne kadar hakimse, o kadar güçlüdür, bunun dışında güç diye bir şey yoktur...
Bu nedenle hedefi doğru belirlemek, elimizde bulunan bir kaç oku doğrultacak doğru hedefe yönlendirmek açısından önemlidir, böylece hedefi vurma şansımız artar. Böylece gücümüz artar, böylece bu gücün sonunda Satchitananda’ya (gerçek huzur hali) ulaşmamız mümkün olur. Böylece güç de bir araç halini alır ve bizi huzura ulaştırır.
Peki bu güce nasıl ulaşılır ve aşamaları nelerdir, gelin bunu bir kaç aşamada inceleyelim:
(1) Bedenin kontrolü
Öncelikle kişinin kendini kontrol etmesi demek bedenini kontrol etmesi demektir. Şimdi günlük hayatımıza baktığımız zaman, aslında bedenimizde belli bir kotrole sahip olduğumuzu düşünebiliriz; örneğin istediğimiz an yürümeye karar veririz ve bedenimiz buna uyar, ayağa kalkarız, bacak kasları gerilir, ayaklar bedeni taşır, ya da bir şeyi yerden kaldırmak istediğimde, kolumu uzatırım ve bu şeyi yerden alırım. Tüm bu durumlarda, beden isteğimize boyun eğer – kolumuz “hayır, ben bu şeyi yerden almak istemiyorum” demez. Bu nedenle de, baktığımız zaman aslında beden dış dünya ile irtibata geçtiğimiz bir araçtır. Zihinsel arzularımızı yerine getirmemizde yani fiile (ya da karma haline) dönüştürmemizde en büyük araçtır.
Ancak, beden üzerindeki kontrolümüz yine de düşündüğümüzden çok daha sınırlıdır. Çünkü baktığımız zaman beden her zaman istediğimiz şeyleri yapar görünse de aslında bazen bize karşı gelmektedir. Örneğin, sabah erken saatte işe gitmek için kalkmak için kendinizi programlayın; çalar saatinizi kurun, zihnen kendinizi hazırlayın, vs. Sabah belki de çalar saat çalmadan zihnen uyandığınızı fark edeceksinizdir. Ancak, eğer yeterince kararlı değilseniz bedeninizin hala mahmur olduğunu, hatta “çok yorgun” olduğunu, “kolunuzu bile kıpırdatacak haliniz olmadığını” hayretle göreceksiniz. Bir gün evvelinde sizi yoracak özel herhangi bir yorucu çalışma yapmadığınız halde, bedenin kalkmaya karşı direnç gösterme sebebi, nadiren fiziksel yorgunluktur. Ya da ne kadar çabalarsanız çabalayın, düzenli spor yapmak bazı bedenler için güç olacaktır, ve bedensel hep bir bahane olacaktır – kas yorgunluğu, genel yorgunluk, fiziksel güçsüzlük vs gibi sebepler herkesin sıkça kullandığı bahanelerdir.
(2) Duyuların kontrolü
Dış dünyayla irtibata geçtiğimiz beş duyumuz vardır, tüm bu duyular da çoğunlukla hakimiyetimiz altında değildirler, istedikleri gibi bizi yönlendirirler çoğu zaman. En ufak bir yemek kokusu duyduğumuzda, aç olmasak bile koku iştahımıza hitap ediyorsa ağzımız sulanır; çevrede gördüğümüz en küçük bir hareket ya da duyduğumuz en kısık bir ses bile dikkatimizi çeker ve dikkatimizi dağıtır, vs.
(3) Aklın Kontrolü
Çevremizde bir kitabı okuyabilmek için kütüphane sessizliğine ihtiyaç duyanları, başka türlü sayfaları gözüyle takip ettiği ve “okuduğu” halde sayfanın sonuna geldiğinde hiç bir şey anlamadığını sıkça görürüz.
Bu bölüme aslında düşüncelerin kontrolü de diyebiliriz. Çünkü en temelde düşüncelerimizi kontrol edebildiğimiz anda, aklımızı alt katmanlarıyla kontrol edebilmemiz mümkün olacaktır.
Hint sistemine göre akıl beş bölümden oluşur:
- Ahamkara: Ego yani kişinin benlik duygusudur. Bu bizi çevremizde gördüğümüz herşeyden ayıran bireysellik duygusudur. Beni dış dünyadan ayırır ve böylece ben bir “dualite” – “ikilikçi” bir dünyada yaşarım, her zaman bir “ben olan” bir de “ben olmayan” vardır ve kişi yamaı boyunca bu ayrımı yaparak yaşar.
- Buddhi: Ayrım yeteneğidir. Kişinin zihinsel aktivitesidir. Kişiye çözüm olasılıklarını sunar. Kişi karar alma sırasında, karar için gerekli tercihleri/alternatifleri sunan zihindir.
- Manas: Düşüncelerdir.
- Chitta: Psişik her tür içerik, buna hafızayı yani geçmiş izlenimleri (samskara) ve gerçekleşmemiz izlenimleri (vasana) dahil edebiliriz. Bizi biz yapan her tür değer burada yer alır.
- Pragya: Sezgidir. Bazen neyin doğru ya da neyin yanlış olduğunu hissederiz. İşte bu sezgiseldir. Bazı kişilere güveniriz, bazılarına ise sebepsiz yere güvenmeyiz, bu da sezgidir. Ancak burada dikkatli olmak gerekir, çünkü kişinin içsel sesi ya da sezgisini düşüncelerden ayırt etmek zordur ve çoğunlukla sıradan düşünceler sezgi ile karışıtırıldığından, yanlış sonuçlara varılır.
Tüm bu akıl katmanları içinde özellikle düşüncelerin bir sel gibi aktığı ve kontrol edilemez oldukları düşünülür, ki aslında metinler de bize bunu söylerler:
Bhagavat Gita’da Sri Krishna Arcuna’ya şöyle der:
“Şüphesiz, aklın kontrol edilmesi zordur ve akıl rahat durmamaktadır; ama uygulama ve duyulara kapılmamakla akıl dizginlenebilir! Bu Yoga'ya, kendine hakim olmayanlarca ulaşımının zor olacağını düşünüyorum, ama kendine hakim olan ve çabalayan kişi, (doğru) araçlarla buna ulaşır.” (6, 35-36)
Hedef nedir ve nasıl ulaşılır?
Tüm bu üç bölüme baktığımızda, aslında birbiri ile ayrı gibi görünseler de içiçedirler. Örneğin, kişi bedensel hakimiyeti sağladığında, duyusal hakimiyeti de sağlarmış olur, çünkü kişiyi duyular kışkırtsa bile, kişi eğer bedenine hakimse, karma’yı yani harekete geçmeyi reddedecektir. Böylece kişi birine hakim olduğunda otomatik olarak diğerlerine de hakim olacaktır.
Peki o halde nasıl bir yol izlenmelidir? Bir sıralama yapacak olursa, bedene göre duyular daha süptildir, duyulara göre de akıl daha süptildir. Bu nedenle, aslında temel amaç, araç ya da teknik her ne olursa olsun, nihayetinde aklı hakimiyet altına alma yoluyla kişinin aklını da aşması ve böylece kendini bilmesidir. Peki nasıl? Yoga temelde bize iki farklı yol önerir; Bunları tümevarım ve tümdengelim olarak özetleyebiliriz.
Tümevarım yöntemi:
Burada kişi önce bedeni kontrol altına alır, böylece önce duyular daha sonra da akıl kontrol altına yavaş yavaş alınır.
Aslında bu tekniği doğal süreç olarak da adlandırabiliriz, çünkü kişi zaten hiç bir şey yapmasa da deneme yanılma yöntemi ile hayat kendisini tümevarım yöntemiyle eğitmektedir. Diyelim ki bir çocuğa “soba sıcaktır, elleme” dediniz. Çocuk sözünüzü dinlemezse, sobayı eliyle tutar, eli yanar ve öğrenir. Böylece, beden duyulara, duyular da akla sobayı ellemenin kötü bir şey olduğunu anlatır. Bir kez elledikten ve yandıktan sonra, çocuk bir daha sobayı ellemeyecektir, çünkü artık akıl direkt olarak bedeni ya da duyuları devreye sokma gereği duymadan yanacağını bilecektir.
Yoga yaparken de aynı şey geçerlidir, kişi önce bedenle çalışmaya başlar, yani Yogasana’ları (duruşları) çalışır. Her gün düzenli olarak duruşları çalışması önerilir kendisine. Ama burada amaç bedeni kaslarla donatmak ya da daha güzel görünmek için yaşlanmayı yavaşlatmak değildir. Amaç endirekt olarak aklı sakinleştirmek ve böylece kontrol altına almaktır. Nasıl mı? Bunu anlamak için, Yogasana’ları çalışırkenki zihinsel yapınıza bir bakın. Yoga duruşları sırasnda kişi sakinleşir, çünkü akıl tek bir noktadadır, sadece duruşa konsatre olur, kişi nasıl durduğunu zihinsel olarak izler, zihni başka bir yere kaysa bile tekrar geri getirir. Böylece 1 saat boyunca yapılan yoga duruşları sonucunda –aslında görünüşte hiç bir zihinsel çalışma yapmamış olduğu halde- kişi kendini sakinleşmiş ve huzur dolu bulur. Bu nedenle de yogasanaların etkili olduğunu düşünerek, hatha yoga sınıflarına katılmaya devam eder. Yogasana’lar kişiye huzur verir, çünkü kişi düşüncelerini bir nebze olsun –tek noktaya odaklı kaldığından- yavaşlatmıştır.
Ancak, burada önemli nokta şudur: Yogasana’lar kişinin zihnini sakinleştirmekte bir araçtır, ancak yogasanaların bir araç olduğu unutulmamalıdır. Yogasanaların araç olduğunun unutulması, duruşların aşırı bir öneme sahip olmalarıdı beraberinde getirir, böylece kişi ayak duruşlarını milimetrik olarak düzeltmenin önemli olduğuna inanmaya başlar, duruşu yaparken elini tam olarak nereye koyduğuyla fazla ilgilenmeye başlar, eğilirken yaptığı açının tam olarak 45 derece yapıp yapmadığını fazla kafasınaa takmaya başlar... Böylece aslında bize huzur vermesi için yaptığımız yoga duruşları, bizim için yeni bir stres kaynağı haline geliverir! Böylece zihinsel karmaşa artar ve kişi belki günlük hayatta kendisini rahatsız eden düşünceler yumağından kurtulur ama bu sefer de yogaasanaları “doğru yapma” düşünceleri içinde kaybolur!!! Böylece yoga kişiyi özgürleştirme aracı olmaktan çıkar ve bir çeşit aerobiğe dönüşür.
Aynı şekilde, Yama ve Niyama’ları uygulamak (yoga’da bulunan ve uygulanması önerilen etik ilkeler) ve nefes çalışmaları (Pranayama) da aklı sakinleştirmenin endirekt yollarındandır.
Kişi tüm bu yollardan birini/birkaçını ya da hepsini kullanarak, aklı sakinleştirme yolunda önemli adımlar atar ve günün birinde amacına ulaşır.
Burada araçları amaçla karıştırmak dışında da bazı riskler vardır elbette; özellikle aklın katmanları arasında bahsettiğimiz Ahamkara (Ego) bunların en önemlilerindendir. Çünkü kişide bulunan Ben duygusu, yaptığı çalışma sırasında küçülmek bir yana, daha da genişleyebilir – çünkü artık kişi diğer herkesten farklı (!), daha bilinçli, “daha” bir varlık haline geldiğine inanmaya başlayabilir. Bu kibir, kişinin ruhsal yolda karşılaşabileceği en büyük düşmanlardandır, çünkü kişinin bunun farkına varabilmesi oldukça uzun bir zaman alabilir. Bu kişinin ruhsal gelişimini egoyu beslediği için yavaşlatmasının yanı sıra, aynı zamanda kişinin öğrenmeye olan duyarlılığını da ortadan kaldırdığı için (çünkü kişi “ben biliyorum”a kendini fazlasıyla kaptırmıştır ve kendisine bir şey aktarılmaya çalışıldığında, kulaklarını tıkamayı ya da gözlerini yummayı tercih edecektir. Ya da kendisine her söylenileni “ben zaten biliyorum” diyerek kestirip atacaktır.) öğrenme sürecini de yavaşlatmaktadır. Ayrıca çevresinden “üstün” olduğunu düşünmesi de sorunlara yol açacak, en büyük öğretmenlerin bile hala öğrenci kalmayı tercih ettiklerini unutup, kendisinin öğrenciliğini kendi kararıyla bitirecek, öğretmenliğe soyunacaktır. Bu da kendisinde zamanla korkular oluşturacak, çevresinin kendisinin aslında ne kadar az bildiğini fark etmesinden korkar hale gelecek, bilgi saklamaya başlayacak ya da kendisine farklı bir “hava” verecek dışsal ayrıntılar yaratma yarışı içerisine girecektir. Bu da kendisini içsellikten çok dışsallığa yönlendirecek, zamanla neyi ne için yaptığını bile unutacak, sadece elinde olanı koruma savaşı veren biri halini alacaktır.
Kişi eğer tüm bu engelleri aşabilirse ve amatör ruhunu koruyabilirse, yaptığı çalışma kendisini yüceltecek, kim olduğunu tam olarak bilecektir. Burada önemli bir not düşmek isterim; kişi bedenen kendini yogasanalara verdikçe, ruhsal okumalara zaman ayırdıkça, vs tarzı endirekt çalışmaları yaptıkça içsel bir dönüşüm de kendiliğinden gelecektir ve tıpkı domino taşlarının birbirini tetiklemesi gibi, akıl da değişecek ve düşünce normları yeni düzene ayak uyduracaktır. Buradaki süreçte akıl doğal bir değişim içinde olacaktır, bu yüzden bu, yaşam düzeni ve tarzı ile gelişen ve yeni yapıyı “doğal ve olması gerektiği gibi” algılayan rahat bir yöntemdir, kabadan (beden) süptile (akıl) doğru gelişim aktarılır.
Tümdengelim Yöntemi:
Bir diğer yol da, tümdengelim yöntemidir. Burada kontrol altına alma işlemine önce akıldan başlanır, yani bu direkt bir yöntemdir. Yapılan son derece basittir, önce akıl ile başlanır gelişime, çocuğa sobaya dokunma dendiğinde, akıl bunu kabul eder, duyular sıcak olduğunu kabul eder ve beden de kabullenir ve dokunmaz.
Aynı şekilde kişi örneğin konsantrasyon ve meditasyon çalışmaları ile aklı direkt olarak sakinleştirmeyi hedefler, akıl sakinleştikçe duyular da, beden de sakinleşir ve kontrol altına alınır. Böylece önce akıl eğitilir. Burada akıl eğitildikçe, kişinin başka türlü davranmasına ya da hissetmesine sebep olacak düşüncelerin sayısı azaldığı için, yine doğal olarak bu eğitim diğer katmanlara yansır. Süptilden(akıl) kabaya (beden) doğru gelişim akar.
Okullar arası Fark:
İşte farklı okullar arasında fark bundan kaynaklanır. Her okul kendi yöntemini belirler ve bu yöntem üzerinden hareket eden bir yol oluşturur. Ama tüm yollar aynı hedefte buluşur, huzur ve mutlulukta. Eğer hedef bu değilse, yapılan yoga değil, sadece bir çeşit egzersizdir.
Yoga’yı başarma:
Yoga tekniğin bittiği yerde başlar. Hangi tekniği uyguladığınızın önemi yoktur, kendiniz için doğru tekniği seçmeniz ve ısrarcı ve düzenli olarak aynı teknikte devam etmeniz sizi tekniğin ötesine taşıyacaktır. Maksat sobaya el sürmemektir, ama sobaya el sürmemeyi ne şekilde öğrendiğinizin nihai olarak önemi yoktur, isterseniz tümevarırsınız – önce eller daha sonra tekrar ellememeniz gerektiğini anlarsınız, ya da isterseniz tümdengelirsiniz – ellemeden akılsal olarak kabul edersiniz. Ama hangi yolu seçerseniz seçin, sonuçta bir gün sobaya dokunmamayı öğrenirsiniz. İşte bu nedenle, herkes sürekli olarak öğreniyor, hepimiz her zamanöğrenciyiz, çünkü hepimiz sobanın çevresinde dönüyoruz, bazen dokunuyoruz, sonra unutup tekrar dokunuyoruz. Sonra tekrar unuttuğumuzda, biri bize hatırlatınca, belki dokunmadan sobanın sıcak olduğunu kabul ediyoruz – ama her zaman yol üzerinde yürümeye ve öğrenmeye devam ediyoruz. Ta ki gerçekten idrak edene ve özümseyene kadar...
İşte yoga’nın ne olduğunu anlamak ancak bu şekilde idrak ve hatırlama ile mümkün olacaktır, her tür tarifin ve kelimenin ötesinde olanı keşfetmek için her ne olursa olsun çabalamaya sizce de değmez mi?
Sevgiler,
Anu.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder